En stresli anda bile neşeni kaybetmeden yaşamak istemez miydin? Ya da hayatın seni sürüklemesine izin vermek yerine hayatının kontrolünü ele almak? Klişe kişisel gelişim zırvalıklarından bahsetmiyoruz: Zamanım yok diye kendini ihmal edeni zaman asla affetmez.

Bir yola çıkma zamanı geldiğini düşününüyorsan belki de yoga senin yolun, Atölye Yoga da senin evin olacak. Bu yola uymanı beklemiyoruz senden, yolun sana uymasına yardımcı olmak amacımız. Örneğin her bedenin birbirinden farklı olduğunu unutmadan ve hatırlatarak seni yogaya değil, yogayı sana adapte etmeyi tercih ederiz.

Sana iyi bir ev sahibi olmak için bazı ayarlamalar yaptık. Evimiz çok huzurlu ve sakindir, çayını kahveni alıp seanslardan önce ve sonra dilediğin kadar vakit geçirebilirsin. Bazen kahkahaları, bazen sessizliği paylaşabileceğin insanlarımız var. Daha iyi nefes almanı, daha sağlıklı olmanı sağlayacak seanslar hazırlıyoruz. Senden tek ricamız özenmen olacak: Kendine, arkadaşlarına, evine ve yolculuğuna.

KİŞİSEL GELİŞİMİN PANZEHİRİ

Seçil Kavuş
15/08/2017
İnsanın ancak gerçeğe doğrudan bakarsa
bir geleceği olabilir.
Yüksel Arslan, Jacques Vallet

Robert Musil, 20. yüzyılın çığrından çıkmış sezgiciliğini eleştirirken, sorunun çok fazla akla ve çok az ruha sahip olmamız olmadığını, fakat ruha ilişkin konularda aklımızı çok az kullanmamızda olduğunu belirtir ve şöyle bir ifade kullanır: “Akla karşı duygudan yana çıkıyoruz ve –kuraldışı durumlar bir yana bırakılacak olursa- akıldan yoksun duygunun şişman bir budaladan farksız olduğunu unutuyoruz. Bu tutumumuzla edebiyat sanatını öylesine perişan ettik ki, insan arka arkaya iki Almanca roman okuduktan sonra, zayıflamak için bir entegral çözmek zorunda kalıyor.” Günümüzde yoganın neredeyse kankası gibi görülen kişisel gelişim kitaplarının insanda yarattığı tahribat da buna benziyor. O zaman insan merak ediyor; iki doz kişisel gelişime maruz kalındığında bir doz ne alınabilir?

Öncelikle kişisel gelişimin ne menem bir şey olduğunu ziyadesiyle anlatan Tuğçe Isıyel’in yazıları okunabilir. Bir tanesini buraya bırakıyorum. Kimsenin kimseye meditasyon yaptıramaması gibi, kimse de kimsenin bu hayatı nasıl yaşaması gerektiğini bilemez. Isıyel özetle bunu söylüyor. Mesela “koskoca bir yaşamın koçu” olmak, ne kadar hoyrat bir iddia değil mi? Birbirimize ömür biçmek yerine hikaye anlatmak dururken... Tabi hikaye anlatıcısı eşit bir yerden bakarken gördüğüne, kişisel olarak gelişen ve cümle alemi geliştirmek isteyen, başkaları üzerinde hakimiyet kurma arzusuyla yüklüdür. Vakti zamanında gelişememe kaygısı duymasının nedeni de zaten dünyayı bu biçimde, fethedici bir perspektiften görmesidir. O halde görme biçimini hiç sorun etmeden, geliştiği iddiasıyla gözlerini başkalarına dikmesi, kendisine yeni bir hakimiyet alanı yaratma arzusundan başka neyle açıklanabilir? İşte arzunun o belirsiz nesnesi...

Sonrasında yüzümüzü düşünceye dönmekten başka çaremiz yok sanırım. Bu blogta yoga üzerine bir şeyler yazmaya çalışırken, dönüp dolaşıp arzu ile düşünce, düşünülme ile düşünme, koşullanmış olan ile koşulsuz olan, parça ile bütün arasındaki ayrıma yaslandığımı fark ettim. Benim için bu ayrım, türlü gürültünün içinde hem yoga hakkında yazmayı hem de yoga pratiğini mümkün kılan bir dayanak noktası gerçekten. Bazen yoga hocalarımız soruyor; “neden buradasınız, bu saatte, buraya yoga yapmaya neden geldiniz?” diye. Soruya içimden bir karşılık vermeye yeltendiğimde ölçüyü hep bu ayrımda buluyorum. Bir civan-mukta, yani “hayattayken kurtulmuş” insan olmadığımıza göre, şu dünyadaki en makul gerçekliğimiz arafta olmaktır gibi geliyor; arzu ile düşünce arasında, ikisini birbirinden ayırt etme kabiliyetine sahip bir halde olmak...

Eğer arzudan, kişisel olarak gelişmekten filan şiştiyseniz, nisan ayında kaybettiğimiz Yüksel Arslan’ın işlerine, kendi deyimiyle “arture”lerine bakmayı deneyebilirsiniz. İki tanesini yukarıya taşıdım: “İnsan” adını verdiği arture dizisinden seçilmiş, sanrılar konulu iki parça; göz ve gördükleri ile somatognozik bozukluklar. Arslan bu dizide, insanın bedeninden ve ruhundan geçen neredeyse tüm halleri, beyninden, sinir sisteminden, cinsel yaşamından kesitlerle tasvir etmeye çalışıyor. Sanatındaki genel eğilimin, yani beşeri hayatı bütünlüğü içinde gözler önüne serme düşüncesinin bir uzantısı olarak, insanda yolunda gitmeyen şeylerle de ilgilenmek zorunda hissediyor kendini ve yakın dostu Ferit Edgü’nün ifadesiyle, insanlığın pathos’unun resimleri çıkıyor ortaya. Böylelikle bize sunduğu, bilim ile sanatın iç içe geçtiği muazzam ölçekte bir hikaye.

Kişisel geliştirici herkeste kendi imgesini ararken ve yaşamı dümdüz ederken, Arslan, insanlığın hakiki imgesinin peşine düşüyor, bütün çelişkileri ve engebeleriyle. Daha önceki yazılarımdan birinde, yoganın yöneldiği aydınlığın varoluşun kirine bulanmaktan geçtiğini söylemiştim. Tam da böyle bir “kir”i, yogadan farklı bir araçla, yazıyla-çiziyle düşünüyor, somutlaştırıyor Arslan. Öyleyse bu “düşünce ressamı”nın anısına, dostu Edgü’yle yapılan bir röportajı da buraya bırakarak bitirelim.

TÜM YAZILAR