En stresli anda bile neşeni kaybetmeden yaşamak istemez miydin? Ya da hayatın seni sürüklemesine izin vermek yerine hayatının kontrolünü ele almak? Klişe kişisel gelişim zırvalıklarından bahsetmiyoruz: Zamanım yok diye kendini ihmal edeni zaman asla affetmez.

Bir yola çıkma zamanı geldiğini düşününüyorsan belki de yoga senin yolun, Atölye Yoga da senin evin olacak. Bu yola uymanı beklemiyoruz senden, yolun sana uymasına yardımcı olmak amacımız. Örneğin her bedenin birbirinden farklı olduğunu unutmadan ve hatırlatarak seni yogaya değil, yogayı sana adapte etmeyi tercih ederiz.

Sana iyi bir ev sahibi olmak için bazı ayarlamalar yaptık. Evimiz çok huzurlu ve sakindir, çayını kahveni alıp seanslardan önce ve sonra dilediğin kadar vakit geçirebilirsin. Bazen kahkahaları, bazen sessizliği paylaşabileceğin insanlarımız var. Daha iyi nefes almanı, daha sağlıklı olmanı sağlayacak seanslar hazırlıyoruz. Senden tek ricamız özenmen olacak: Kendine, arkadaşlarına, evine ve yolculuğuna.

YASA, YOGA ve BAĞZI ŞEYLER

Seçil Kavuş
24/09/2017
“Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah... dedim sonra,
Ah!
Didem Madak

Malumunuz, yasanın kolu yogaya kadar uzandı. Bu kadim disiplinin yaklaşık yedi senedir Türkiye sınırları içerisinde de başını yaslayabileceği güvenli bir limanı var. “Yasal yoga” ifadesini sosyal medya ortamında ilk kez gördüğümde bu konuda bir şeyler yazmayı istemiştim. Bir yandan hukuk doktorasını kaplumbağa edasıyla bitirmeye çalışan, bir yandan iki senedir yoga yapan biri olarak birbiriyle epey ilgisiz olduğunu düşündüğüm bu iki alanın bir araya gelişi üzerine düşünmek kışkırtıcı gelmişti. Yasadan kaçarken yogaya tutulmak da mümkün olabilirmiş meğer. Sonra tezi yazmanın daha hayırlı olacağına karar vererek meseleyi rafa kaldırdım. Ancak yasadan kaçmanın gerçekten mümkün olmadığını bir süre önce başıma gelen bir olayla yeniden anlayınca meseleyi bulunduğu raftan almaktan geri duramadım.

Olaydan kısaca, isimlere ve cisimlere bulaşmadan bahsetmeye çalışacağım. Kamuyla paylaşıldığı için haberdar olduğum ve sevdiğim bir eser üzerine bir yazı yazmıştım. Yazının içinde eseri başkalarına da göstermek için doğrudan malzeme de kullanmıştım. Yani tabiri caizse eserin orasını burasını keyfi bir biçimde açık etmiştim. Bunun bir hak ihlaline yol açabileceği hiç aklıma gelmemişti. Çünkü yazıdaki asıl duygu sevilen bir şeyi başkalarına da gösterme hevesiydi, mülk sahibinin toprağından faydalanma isteği değil. Neyse sonra elimize ulaşan bir uyarı mailiyle eserin orasını burasını yazıdan “derhal” çıkarmamız gerektiğini idrak ettik. Son derece haklı ve asla direnmeden, hatta mahcubiyetle karşılanacak bir talebin neden bu denli hizaya getirici bir emir cümlesiyle dile getirildiği üzerine aldı beni bir efkâr. Eser sahibi karşısındakini ne olarak görüyordu acaba?

Çok da zor bir soru değil. Çoğunluk hiç tanımadığı uzaktaki birilerini nasıl görüyorsa öyle görüyordu. Genellikle uzağı hukukun merceğiyle görmeye alışkınızdır. Bu alışkanlığın ortaya çıkardığı manzarada, her an saldırmaya meyilli olduğunu düşündüğümüz bir uzağa karşı teyakkuzda yakınımızı sakınmakla meşgulüzdür. Özellikle “uygarlık” seviyesinde büyümüş orta sınıfın uzakla ilişkisi bu minvalde gelişmektedir.

Bunca yıllık eğitimin ardından benim elimde hukuka dair kuş kadar bir şey kaldı. Şikayetçi olduğum söylenemez; haddinin bilgisine sahip zarif bir kuş bu. Ancak her sorunumuzda ona başvurmanın, onun diline öykünmenin hiç de matah bir şey olmadığını, tam tersine insan ilişkilerinin tüm potansiyelini çürüttüğünü düşünüyorum. Çünkü hukuk tek başına içi boş bir çuval gibidir; bütün hükmünü, desteğini çektiğinde üzerine yığılacağı güç ilişkilerinden alır. Yani bir metin olarak hukuk ile onun ortaya çıkma süreci, uygulanma biçimi ve hiç uygulanmama hali arasındaki koca boşlukta güç ilişkileri vardır. Bu yüzden hukukun devreye sokuluşu genellikle adaletten öte belli bir güç ilişkisine yeniden ve yeniden can vermekle sonuçlanır. Bunun en büyük göstergesi, modern dönemde her şeyden önce mülkiyeti koruyan bir hukuk sistemiyle karşı karşıya oluşumuz değil midir?

Peki, eseri bir kenara koyalım ve yogaya bakalım. Yasa ile yogayı buluşturan nedir? Yoganın özüne sözüne uygun bir biçimde öğrenilmesi ve öğretilmesi konusundaki somut sorunlara bir çare sunmak mıdır? Yoksa icra ettiği işin doğasına saygı duyarak bir meslek grubunun haklarını korumak mıdır? Bana kalırsa bu buluşmanın amacının para işlerini düzenlemekten ibaret olduğunu söylesek çok fazla şeyi gözden kaçırmış olmayız. Böyle bir devranda yoga yasayla ancak bu şekilde düzenlenebilirdi.

Yukarıda şiirinden alıntıladığım Didem Madak, hukuk okumuş bir şairdi. Bir insanın şu dünyada katedebileceği en uzun yollardan birini katetmişti. Yasa ile yoga arasındaki mesafe de bu kadar uzundur. Yasanın dünyaya biçtiği elbiseyi yoga çıkarmak ister. Hatha yoga yaparken neden bunca ısınıyoruz? Yasanın dünyaya yüklediği anlamları teker teker yakmak için değil mi? O halde ne duruyoruz? Yoga eğitiminin parayla ilişkilenmek ve devletin müdahalesine açık hale gelmek zorunda oluşuna yanalım. Belki bu farkındalığın küllerinde dünyanın çıplaklığına bakma cesaretini bulabiliriz.

TÜM YAZILAR